Şiir muhakkak tam odaklanmış dilin çocuğudur. Tam odaklandığını hissettiğin şiirlerinde rahmetli Fazıl Hüsnü tadı sezdim. Yanılabilirim tabi ki. Şu andaki öncelik düşüncem bu. Bir ömrün Hikâyesini şiirlere boca ediyor Can. Bir büyük boşalma bu, yanardağın püskürmesi gibi.. Genel karakteri bu şiirlerin, sıla-yı rahm yaşayan kırılgan bir ruhun telaşlı dışavurumları.
Bir çok şiirindeki savruk dil, bu telaştan olduğu kadar dışavurumundaki "serbest bilinç akışı"ndan da kaynaklanmışa benziyor. Bilinç akışı bir nevi "iç konuşma" tekniği ya da motivasyonu, şekli tarümar edebilir. Şekilsiz şeklin poetik tezadıdır bu.
İkinci yeni tarzım andıran, kapalı, sancılı ve değişken üslupla yazılmış, bu şiirler. Okuyunca, çok şey yaşamış ve hayatı iyi tecrübe etmiş bir insanın nedametini de ahü zârını da görüyoruz. Can'ııı şiiri ise şehrin edip eylediklerinden kendisini kurtaracak bir iman nüvesi taşıyor ki bunun en önemli isimi, ülkemizde Sezai Karakoç'tur. Adamın şehri sırtlaması, asr-ı saadet nostaljisi ile kendisini kandırarak şehir aleyhtarlığı yapan pasivistlere karşı bir inanç aktivistliğini işaret ediyor. Çünkü bu Can için bir ihtiyaçtır. Yaşamanın mendireği olarak bir iman bu. Politik ve ideolojik ülkülerini iman haline getirenlerin niyetleri de budur. Aradaki fark imanın kıblesidir.