İsmiyle özdeşleşen bir vakar, bir sükûnet ve bir ilmî titizlik. Bizler, onun öğrencileri, çalışma arkadaşları ve yol arkadaşları olarak hem akademik dünyada hem de insani ilişkilerde neyin kıymetli olduğunu ondan öğrendik. Bilginin yalnızca paylaşılmak için anlam kazandığını, akademik hırsın yerini vakar ve tevazünün alması gerektiğini, tarihçilikte belgenin hakkını verirken insanın izini de unutmamayı yine ondan öğrendik.
Mehmet Ali Hoca, tarih kürsüsünde yalnızca ders anlatmazdı; o bir kültür aktarırdı. Osmanlı arşiv belgelerinin kuru satırlarında unutulmuş bir hayatı canlandırırken, öğrencilerine sadece bilgi değil, bakış açısı, düşünce disiplini ve metot kazandırırdı. Onun derslerinde, tarihin yalnızca olaylar silsilesi değil; bir milletin ruhu, bir medeniyetin sesi, bir insanın hikâyesi olduğunu kavrardık.
Bir insanın mesleğine duyduğu sadakat, aynı zamanda onun hayata bakışının bir yansımasıdır. Mehmet Ali Hoca’nın hayatında, tarihçilik bir meslek değil, bir ahlak biçimi, bir duruş ve bir inançtı. O, tarihe sadece geçmişin bilgisi olarak değil; bugünün anlamı, yarının istikameti olarak bakardı. Yazdığı her makale, kaleme aldığı her satır, bir milletin hafızasını diri tutma çabasının sessiz bir nişanesiydi.
Bu hatıra kitabı, hocamızın yaş haddinden emekliye ayrılışını bir vedadan ziyade, bir müktesebatın olgunlukla nihayete erdiği bir menzil olarak görmenin bir ifadesidir. Bizler, onun yetiştirdiği öğrenciler olarak, her birimizin ilmî yolculuğunun başlangıcında Mehmet Ali Ünal adının bulunduğunu biliriz. Ve bu isim, bizler için bir üslubun, bir terbiyenin adı olmuştur.